Kopardım aldım bir tanesini daha iliştirdiklerimden zihnime,
Koydum karşıma dinledim, aman bir geveze bir geveze.
Doldurdum içini incir çekirdeklerinin, üzerine bir tutam bahane,
Yeni çıktı fırından, buyurmaz mısınız siz de bir tane?

16.08.2011

Metro Boy'u


Önce sesi geldi, sonra rüzgarı, sonra da koca cüssesiyle kendisi. Savurdu saçlarımızı, çarptı kokularımızı birbirine. Yavaşladı, yavaşladı ve durdu. Çizgilerden yine hiç taşmadı. Kapılar açıldı. Yaklaşık 1 buçuk metre karelik dikdörtgen çerçeveden aynı anda zıt yönlere hızlı bir sirkülasyon gerçekleşti. Herkeste bir acele bir telaş… Hep bir geç kalmışlık hissi.

Bakışlar yeni binenlere çevrildi. İçerisi tıklım tıklım yeni gözlerle doldu. Kim ne giymiş, ne konuşuyor, ne pişirmiş, ne dinliyor… 15 dakikalık Levent- Taksim yolunda zaman birbirini süzmekle geçiyor. Bazen çaktırmadan göz atmalar bazen alenen didik didik ezberlemeler. Hele karşı cinsinizle es kaza göz göze geldiyseniz inene kadar o gözlerin ağırlığı üzerinizde. Sanki yol boyunca güneşe ne zaman baksanız hep sizin tepenizde.

Bir sonraki istasyona yaklaşırken sinyal sesi duyuldu. Boşalan yerlere doğru yöneldim, birini seçtim, oturdum. Laptopumu ayaklarımın arasına indirdim, çantamı kucağıma alarak ellerimi üzerine koydum. Kalabalık azalmış ayakta çok fazla insan kalmamıştı. Rahatsız bakışlardan kaçmak için gözlerim yerde dolanıyordu. Bir noktada takıldım. Düşüncelere dalmışım. O küçücük noktaya uzun hikayeler yazdım. Ne kadar süre orda kaldım, hangi rolü oynadım, hatırlamıyorum. Yıllardır sanki oradaydım. Tek hatırladığım mutluydum.

Kurduğum dünya bir anda ayaklar altında kaldı. Gri şeritli kahverengi bir spor ayakkabısı hayallerimin üzerine basıyordu. Kumdan kalelerim bu koca ayakların ağırlığıyla yıkılmıştı. Hızla o dünyadan fırlatıldım. Oyundan çıkarılan bir çocuğun duygularını yaşıyordum. Ama mızıkçılık yapan ben değildim. Kızmıştım. Başımı yavaşça yukarıya doğru kaldırdığımda kulağında kulaklık ağzında sakızıyla pis pis sırıtan 20’li yaşların ortasında bir çocukla göz göze geldim. Bilinçli olarak yapmıştı. Daldığımı fark etmiş oyunbozan olmak istemişti. Çok eğlenmiş miydi?

Ne kadar irite edici olduğunu bilseydi keşke. Ya o saçları… Gözümü alan yansıma 1 haftanın yağı mıydı, yoksa sabah uyku sersemi kafasını jöle kutusuna mı düşürmüştü? Sahi jöle diye bir şey hala var mıydı? Onun saçları da ahenkle dans etmeyi hak etmiyor muydu?
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder