Kopardım aldım bir tanesini daha iliştirdiklerimden zihnime,
Koydum karşıma dinledim, aman bir geveze bir geveze.
Doldurdum içini incir çekirdeklerinin, üzerine bir tutam bahane,
Yeni çıktı fırından, buyurmaz mısınız siz de bir tane?

21.09.2011

Eylül

Naftalin kokulu günler kapımızda. Ellerinde bir çanta yağmur buyur etmemizi bekliyorlar içeri kapı eşiğinde. Hazırlıklı gelmişler, elleri kolları dolu, yükleri ağır. Uzun kalacaklar anlaşılan, süresi bilinmez. Misafire kaç gün kalacağı da sorulmaz ki.

Güneş parmak arası terlikleriyle volta atıyor deniz kıyısında belki de son kez eteklerini savura savura. Tutmuş elinden de rüzgarın, dilinde ıslık, içi biraz buruk. Valizi hazır. Vedalardan hoşlanmaz, o yüzden ansızın kayboluverecek ortalardan yanına kuşlarını da alıp. Özletecek kendini bir süre, kulakları çınladığında bir gün sürpriz yapıp geri geliverecek yine.

Gökyüzü yağda yumurta kıvamında bugün, bulutlar köpük köpük. Halka olmuşlar veda valsini söylüyorlar kol kola. Özenle katlayıp kaldırdığımız ceketler hırkalar epey sıkıldılar artık çekmecelerde. Sızlanmaya başladılar bile, şafak sayıyorlar. Her günün bitiminde bir çizik daha atıyorlar takvime. Eylül kokusu yeni yeni siniyor sokaklara. Vardiya değişimine az kaldı.

Şortlarımız, t-shirtlerimiz başladılar üşümeye ürpermeye özellikle de geceleri. Sıcak bir kol olmadı mı onları sarıp sarmalayan işleri zor, hapşuruklar tetikte. Grip zaten kıskançlık krizinde, her anı zehir etme gayretinde.

Gidiyor ya şimdi güneş, bütün renkleri de götürecek valizinde. Bacalar siyaha boyayacak her yeri. Yüzümüzü de karalar bağlayacak kıyafetlerimizi de. Defalarca yıkanmaktan renkleri solacak sokakların.

Şimdi buralarda 6 ay gece olacak.

10.09.2011

Körebe

Köpeklerin havlama sesi gelmeye başladı aniden çok da uzak olmayan bir yerlerden. Adımlarını biraz yavaşlattı. Tedirgin olduğu yüzünden okunuyordu.  Kaç tane olduklarını kestiremedi ama tek olmadığından emindi. Sesler yaklaştıkça kalp atışları da ritmini artıyordu. Yalnızdı. Kalakaldı bir başına güneşe hasret Arnavut kaldırımlı dar sokakta. Sıvası dökülen yüksek binaların arasında yıllanmış, üzeri toz bağlamış bir mahalle arasındaydı.

Köpeklerin havlamaları azalmıştı ama kendisine doğru yaklaştıklarını hissedebiliyordu. Durup bekledi bir müddet olduğu yerde yüzünde korku, elinde baston. Köpekler çevirdi etrafını, biri siyah diğer ikisi alacalı sokak köpeği kim bilir kaç ırkın birleşimi. Biri adamın ayağına doğru yaklaştı, kokladı. Paçasına değdiği anda irkildi adam. Bastona sarılarak kendine doğru çekti refleksle. Nefessiz kaldı bir an. Bekledi hareketsiz. Vursa vuramaz, kaçsa kaçamaz.

Karanlık dünyasında bu varlıkları nasıl anlamlandırıyordu acaba? Adı geçtiğinde zihnimize çizdiğimiz şekiller onun dünyasında neye benziyordu?  Nasıl bir şekle bürünüyordu? Farklı ırkları göz etmeksizin köpeklerin hepsi aynı mıydı onun için? Ya da çekik gözlüsü, kumralı, esmeri… Hepsi bir miydi insanların. İnsanın insan olması yeterli miydi? Belki de el yordamı hayatlarında hayal dünyası en katıksız, en saf insanlardı onlar ön yargısız yaşamayı başarabilen.

Uzaklaştıklarını hissedince indirdi bastonunu yavaşça yere. Küçük açılarla salladı bastonunu emin olmak için orada olmadıklarından. Sonra genişletti açıyı ve yavaşça kaldırımın kenarına geçti.

Köşeyi dönen kır saçlı adam fark etti O'nu. Koşar adımlarla geldi yanına, girdi koluna. Gamzeleri beliriverdi yüzünde. Tanımadığı kahramanıyla birlikte çıktılar yokuşu kol kola, koşuşa konuşa...

7.09.2011

''O''

Anahtarın, kapının deliğinde nazlı bir parende atışıyla bütün gözler kapıya çevrildi. Ses yapmamak için çok ağır hareket ediyordu. Usulca delikten çıkararak avucunun içine aldı, sımsıkı tuttu. Hafifçe araladı kapıyı. Balet edasıyla süzüldü içeri parmak uçlarında. Başını kaldırdığı anda gözlerini delen birkaç çift gözün ağırlığı altında eziliverdi. Ufacık bir ses dikkatleri üzerine toplamaya yetmişti. Çaresiz yine başroldeydi. Oysa o sessiz sedasız rolünü oynayıp gidecekti.

Anne masadan hızla ayağa fırlamış ama tek bir adım bile atamamıştı. Sakıza yapışmışçasına kala kaldı olduğu yerde. Saatlerdir tutulan nefesler bir nebze bırakılmış endişe maskesinin yerini merak maskesi almıştı.

Son zamanlarda hiç iyi görünmüyordu. Annesi birkaç defa konuşmayı denese de O ne düşünce torbasının ağzını aralıyor ne de bir ucundan tutulmasına izin veriyordu. Tüm yükü sırtlanmış taşımak için debelenip duruyordu. İnatçıydı, kararlıydı. Hem ne anlatacaktı,  kendisi bile henüz suçluyu bulamamıştı ki. Dertlerini gecelerce sorguya çekmiş, gözünü kırpmamış iz sürmüştü. Ama içlerinden biri de bir adım öne çıkıp suçu üzerine almamıştı. Hepsi bu ağır sorumluluğu tek başına üstlenmekten kaçıyordu.

Sabah evden çıkarken ne bir lokma atmış ağzına ne de tek bir kelime etmişti. Annesinin içini farklı bir endişe kaplamıştı bugün. Ayakkabısına kaçan küçük bir taş gibi huzursuz ediyordu içini birşeyler inceden inceden. O’nun akşam yemeğine gelmeyişi de buna tuz biber olmuş, evde korku çanları çalıyordu. Saatlerce aramalar da sonuç vermeyince gözler kapıda beklemişlerdi bütün akşam.

Neyse ki sağ salim gelmişti eve. Alkol kokusu koşturuyordu ordan oraya evin içinde. Dizlerindeki yaraları fark eden olmadı. Eve çıkarken ayağı yeni bir derde takılmış, tökezlenip düşmüştü merdivenlerde. Aldığı son darbe kalan umutlarını da kana bulamıştı.